değişen şey’ler

bu sefer gayet rahat bir biçimde arkama yaslanıp; bu şey’ler hakkında kaçmadan konuşmaya karar verdim. bilirsin; cesaret anlamı dışında da ağır bir kelime. ve bu yüzden paylaşmak ikimize de iyi gelebilir.

insan büyüdüğünü ne zaman anlar? ya da değiştiğini? aynı şey’leri tekrar yaşadığında, duyduğunda, gördüğünde verdiği tepkilerden, yaptığı yorumlardan, bu hissi tanıyorum’larından. ya da arkasına baktığında bu sefer görebildiklerinden. göremediklerine bakarken korkmadığında mesela, kaçmadığında. belki de bu yüzden “yüzleşme” evresini sorgulayan melekler de sorgulayan polis de en sona bırakır. olayın içinde anlaşılmayan suç ya da günah ya da her neyse olayın sonrasında kendisine eşlik eden diğer tüm duygularla kendini ve varlığını korurken. bu yüzden yalnız kaldığında ve yüzleştiğinde ya da arkana baktığında “gördüğünde” algı kapısının önünde bir kez de kendin olarak diz çöktüğünde, işte;

bu noktada bir çok duygu aynı kapının önünde tek bir şeyi bekler.

“kendini görmeni”

ne yani; bir yolda yürürken mesela ağacın güzelliği, çiçeklerin kokusu ve yanındakiler seni alırsa geriye kalan ayağın suçu mu düşmek? görememek burada suçken, güzellikler bahanem mi? ya sonrasında güzelliğe yapılan hakaret savunmam mı?

hiçbirisi.

küçükken kendimi dışarıdan görebilmeyi çok isterdim. şuan gülümsüyorum çünkü beni dinlemelisin; hala en çok sorduğum sorudur sana, ona, buna, şuna vs. belki de taşı göremediğimden.

şimdi taşı görebiliyorum. bu muhteşem evrede ayaklarımın da olduğunun farkına vardıktan sonra tabi, kendime de bakmayı öğrendiğimde her şeyin tadı bir üst seviyeye ulaştı. ama her şeyin. çünkü; düştüğünde de, önündekini kenara çektiğinde de varlığının bilincinde olarak yola çıktığından bir üst seviyede bakıyorsun dünyaya. bu noktada büyüdüm diyebilirsin.

şimdi diyorum ki; ne zormuş o günler, kendini bir kenara çekip başkasının omzundan baktığın dünyalar, kendini göremedikçe incindiğin aynalar, ağzından çıkamayan kelimeler, tartışılmayan konular, takıldığın noktalar falan.

şimdi diyorum; ne güzelmiş lan, bu benim ve evet bu da benim cümlelerim. iki tırnak arasına koymadan bizzat kendi söylemlerim, kendi düşüncelerim. ne güzelmiş lan, şuan bunu ben yazıyorum ve okuyan kesinlikle beni tanıyan birileri olabilir.

tanışmıyorsak da tanışabiliriz?

ve şimdi diyorum; kendini ve içindekileri her şeye rağmen muhafaza edebilmek ne güzelmiş. heyecanla saydığın duraklar, koşarak çıktığın merdivenler, yorgunluğa savaş açan gözler, bilmediğin tarifler, tatmadığın duygulara uyumlar falan. ne güzelmiş; her şeye rağmen bunlara “aptal sıfatlar” yapıştırmadan tekrar anabilmek. varlığını her daim koruyabilmek. her şeye rağmen; sevmeye, iyiliğe ve tüm bu güzel kavramlara etiket yapıştıran insanlara “sanane lan” ya da “e o zaman siktir git” diyebilmek.

ne güzelmiş; kendini sevebilmek.

düşünüyorum da anın içindeyken bazı zaman dilimleri de kaçırılabiliyormuş. bu bir kişi tarafından yapılıyorsa, ikinci kişi de eşlik ediyorsa muhakkak suç ortağından korkmalısın. hırsızlığın piyasası böyle, hiç mi izlemedin soygun filmlerini? ihanet kendine başladığında, suç ortağını sorgulayamazsın. sorguladığımdan değil de; farkında değildim.

haydi bir kitap yazalım; farkındalıklaştıramadıklarımıza, kişiselleştiremediğimiz gelişimlere. sonunda da güleriz ve bunu en iyi ben yaparım bilirsin.

gün geçtikçe ve tanıdıkça; kendinle birlikte başkalarını ve başkaları ile birlikte onların başkalaştırdıklarını bakış açın gelişiyormuş. odamdan çıkmadığım günlerin sonunda odamdan her çıktığımda gördüğüm tek kişi kendi kurgumun eseriymiş. -miş’li zamandan yazdığım için özellikle dikkate almanı tavsiye ederim. bu yüzden; kendinde kendini göremiyorsan, başkalarında kendini bulmaya çalışma. yalnız gece gece ne güzel konuştuk değil mi? tadını alarak içtiğin kahvenden bir yudum daha.

işte biz de ne yapalım? iyiyiz, aynı yani. siz nasılsınız?

yok canım ne aynısı, kısa kestiğime bakma nasıl güldüğümü görmüyor musun?