Et lux in tenebris lucet

uzunca bir aradan sonra nereden başlayacağımı bilemeyip en azından şuan birkaç cümle kurabilmek adına kendimi zorlayacağım. evet, uzun uzun konuşmalarımın yerini bolca tebessümler, kısa ve öz cümleler almışken bu sefer anlatabilmenin cümlesel boyutunda biraz efor sarfetmek istiyorum.

naber? diyerek başladığım günlükleri okurken gülümsüyorum ve uzun uzun iç çekişlere yüklenilen anlamları kaldırıp bu sefer neler oluyor? diye giriş yapıyorum. sahiden neler oluyor? bak burada uzunca bir yazı için kapıyı aralayıp içeri girdiğimi düşünebilirsin. kahve de yanımda. sanki bir başka boyuta taşınıp, güncellenmiş versiyonumda yeni özelliklerimi keşfettiğim bir döneme girmiş gibi hissediyorum. “bu kız bunu yapmaz?” derken, bu kız tam da bunu uzunca bir koridordan bağıra çağıra -içinden – çıkarken yapmaya başla-mış. bazı şeylerin ağırlığını gereksiz yere kaldırırken artık diyorum ki:” abi ben hangi olimpiyatta hangi madalya için kaldırıyorum bu halteri?” taksalar bir nebze – düşündüm şuan- halteri bırakırken yüzde oluşan rahatlama hissi ————-

30 yaşıma girmeye ramak kala bıraktığım tüm ağırlıkların ardından temiz bir kafa ile şunu söylemek isterim ki: rahatladım. bu boyutta kendinle uğraşmanın verdiği tadı anlatmak ise muazzam. o yüzden güzel şeyler oluyor. daha ilk paragrafta düştük mü uzun cümlelerden? nerede kalmıştık? güzel şeylerde. bunları bahsetmek her zaman yaşandığı anda saklı kalıveriyor ya bu da anın büyüsü sanırım. anın büyüsü ile üç ay öncesine dönüp bir kez daha evet diyorum. kısa cümlelere, bol bol gülümsemeye…